27 Ağustos 2021 Cuma

Bir Kaç Salyangoz

 

 

 Ne zamandır yola çıkmış, kaç sürü geçmiş, kaç tabela okumuştu. Neden başlamıştı ve neden devam ediyordu bu sıkıntılı duruma. Bunları bi düşünüyor sonra onu durduracak sebebi, bulamıyordu cevabı. Bir o adım bir şu adım geçip gittiği yollarda bıraktığı ayak izleri miydi yoksa hiç varolmamış kadar hafif miydi, bassın toprağa da kalsın izi.  Nefes alışlarında hissetti içinde hiç bir şey yoktu. Ne bir ciğer ağırlığı ne bir atış sarsıntısı.  Almadığı nefesi vermedi. Bir o adım bir şu adım. Toprak kızıl bazen yeşil, nadir çiçekli.


 Yanından birileri geçmedi mi? Geçti tabi ama başını kaldırıp da baktı mı onlara, gözleri karşısındakini korkuttu. Ne vardı gözlerinde. Nasıl bakıyordu acaba. Kaldırdığı gibi iniyordu ve tekrar aynı düşüncelerle yola devam ediyordu.  Gün batıyor ve güneş utangaç ve tez canlı bir kız gibi kızartıyordu yanaklarını gökyüzünün. Gitme demek istiyordu da diyemiyordu bu da onu al al yapıyordu sanki. Bunu anlıyordu yoldaki, sevmek vardı ama onda en çok korkmak. Kağıda damlayan mürekkep gibi yayılmıştı. Sevmenin üzerine dağılmıştı. Sevmekten korkmak. Yetmedi, konuşmaktan korkmak, konuşmayınca yalnızlıktan korkmak. Yalnızlık demek tüm içinde ne vardıysa alıp götürüyordu ondan ne bir ciğer ağırlığı ne bir kalp sarsıntısı. 


Yolda olunca ne çok şeyi tecrübe ediyordu insan. Sürekli gördüğü yüzlerden başkalarını, tanıdık havadan yabancı nefeslere yolculuk. Titreyen bacakları yorgunluktan değildi. Korkuyordu yolda olmaktan da. Kalmaktan da korktuğu gibi.  Zaten elimden alınacak dediği ne varsa kokusundan kendi bırakmıştı.
Gece olur da geceden korkulmaz mı?  Yağmur yağdı toprak şenlendi içi kaynayan salyangozlar dansa çıktı meydanlara, Islanmaktan korkan, bir kuytu köşede her tenine düşen damla için biraz umutlandı. Hissediyordu sonuçta, yaşamak sadece bu kadardı. His kadar. Hissettiğin kadar hayattar.   Yağmur kesilince etrafı saran o koku çok tanıdık geldi. Sanki kendiydi. Sanki tanıdığı her şeydi.
 ''Koku insana en büyük hatırlatıcıdır.'' dedi rüzgar.  Derin bir nefesle neyi hatırladı? Şimdi çıkan gökkuşağı  neyi vaad ediyordu? Kendi bu yola neden çıkmıştı. 


''Cevaplar için geldiysen geri git.'' dedi ağaçlar. Yani bulmak istediği şey cevap değildiyse neydi?
 ''Herkes'' dedi saklandığı köşeden çıkıp salyangozlara dikkat etmeden yürürken,
 ''Herkes aramıyor mu mutluluğu...'' Ölmek için mi doğmuşuz hakikaten o zaman neden bunca deva. Kırılsın kollarımız o zaman neden bunca çaba.Olmasaydı yollar, gitmeseydik bu kadar uzaklara. Aynı anda sanki hiddet sanki başkaldırı toprak titreşti,
''Sen ne istiyorsun?'' der gibi. Verilmeyecek cevapları, Yangına bir damla suyu mu, korkularını giderecek ilacı mı, aradığını mı...
 Söyledi cevapları onlarda yoktu. Söylemeseydi de belki de bu bir dilek hakkıydı. Gerçenten düşündü bunu uzun uzun. Düşüncesizlikle söylense daha iyiydi ama ''Bilmiyorum'' dedi. Salyangozlar hayal kırıklığıyla geri dönüyordu şimdi çıktıkları güvenli alanlarına. İçindeki korku neye elini atsa ona engel olacaktı belli ki ve onu arada asılı tutuyor hem istetiyor hem istetmiyordu.  Aslında istemeyi istemekten korkuyordu. Şimdi  versen mutluluğu iki avucuna, usulca bıraksan, ellerini ayırır düşsün isterdi yere.  Bu yüzden cevap  veremezdiler ona. 


Anlıyordu. Bu da bir şeydi. Bir kibriti yakmak için saniyelik bir vuruş gibiydi. İçinde ne varsa havaya karıştı bir an yok oldu sandı. Korkularıyla yüzleşti. Her birini hissetti o anda. Dillendiremediği her birini. Dillendirmeye korktuğum her birini.  Dağılsın gitsin diye beklerdi, beklentisi iyi olanlar. Ne kadar kolaydı dünya onlar için. Öyle olmadı ama gerçekte Yüz yüze baktığı korkuları tekrar ona doğru akıyordu. Tekrar bütün benliğinde toplanıyordu.


 Anlıyordu ve bu da bir adımdı. Bu adımı attı diye yok olmadı korkuları. Bu adımla bir yandan bir kaç salyangozu ezdiğini fark etti. Üzüldü. Bunu yapmış olmamayı isterdi. Bulduğu adımı başka şeyleri yok ederek atamazdı. Bu yanlış diye düşünürken bir kaç damla akıttı.  Hiç bir zaman elinde tutamayacağı mutluluğu, huzuru, sağlığı, zenginliği, yakınlığı düşünmedi ilk kez. Ağlayabildiği için memnundu.  Salyangozları unuttu. Yağmurun henüz ıslattığı yanaklarından memnuniyetler süzüldü. Ağladı. Memnuniyeti mürekkebi durdurdu.
Üzgün olduğu için mi memnundu ? Kötü biri olmadığı için mi? Yağmur kesilmişti ondan mı? Memnun olduğu için mi durdu endişeleri. Yüzleştiği için mi?
 




Devamını oku...

1 Nisan 2021 Perşembe

Yasemin Karahüseyin ZAN

 

 

 

                                       

 10/10

 

 

Tüm yazdıklarım bir övgü cümlesidir. Bunu başından belirtmeliyim ki kuşkuya yer kalmasın. Zan altında bırakmak istemem zira açıkça söylüyorum tüm cümlelerim bir övgü çabasıdır. 

Yasemin Karahüseyin. Sayın Yasemin hanım.. Siz ne yaptınız? Kader nasıl hüküm verdi de ben bu kitabı okudum. Hadi okumaya başladım, nasıl bitirdim. Tamam peki bitirdim ama nasıl oluyor da ben, şimdi... hala.. burada. Kitabınız hakkında bir şeyler yazıyorum.  Halbuki unutmak istiyorum en hızlı bir şekilde. Ne yazdıysanız ne kurguladıysanız -Evet evet bu bir kurgu bunu unutmamalıyım- unutmalıyım. Yazarken mesela yazdıktan  sonraki cümlemi unutmalıyım. Her bir kelimede Dilfeca ahalisini uğurlamalı gelmeyin peşimden durun burda demeliyim. Siz duvarlara ben suya -övgülerime- satacağım ve bir daha bahsetmemek üzere...


Tamam başlayabilirim unutmak üzere hatırlmaya, 

Sabrı olmayanlara; kitap çok güzeldi okuyun yada vazgeçtim siz okumayın, sabır yolculuğu tamamiyle zaten sizde yoksa yarım kalacak.

 AH ne yazık yarım bırakılan kitaplara...


Nefret ediyorum kurduğunuz ne varsa. Salt bir öfke var parmak uçlarımdan klavyeye değen ve bana bunları yazdıran. Kurduğunuz köyden. Karakterlerinizden.. Sevdanızdan... Hepsi noksan. Yazdıklarınızdan ve yazmadıklarınızdan. Elimden bir bir aldıklarınızdan. Geriye bıraktığınız inciden. Dilden. cefadan. Dilcefadan. Ormandan. Kuyudan.. Ne varsa ne kurduysanız ne duyduysanız o arkadaş ağzından bir de yetmezmiş gibi akıttığınız zehirden bizlere günahsız bizlere okuyan bizlere... Nefret ettim.. 

Hissettirdiğiniz şeyleri.

Sevmedim.

Tanışmayı Hüsne'yle hiç, hiç sevmedim. Onun boğazından geçen gökinci yüreğine yerleşirken benim boğazımı tıkadı. Çevirdim sayfayı, çevirdim sayfayı geçmedi. 

Fadime en çok üzüldüğüm..

Mesela şeyden bahsedeyim kitabınızı okurken uyuya kaldım. Ne hakla bilmiyorum rüyama girdiler izinsiz yani sizin uğraştığınız yetmezmiş gibi Hüseyinle ayazda içlik sıkmak kalp acısını paylaşmak. Almak da istemedim oysaki. Sevmek de istemedim. Ona üzülmek de. 

Yahya var bir de sevdiği bilmezken sevgisini ben şimdi aralarını mı yapayım?  Ben mi haber uçurayım. Seven sevdiğine sevdiğini söylemiyor Dilfeca da ama Diller de hiç durmuyor felfecir. Nefret.

Bahsini açmadığı karakterin bahsini açmayıp yokluk kuyularına umarsızca attım seni. Adını dahi anmayacağım. 


Yok dayanamayacağım ne kadar nefret ettiysem ondan daha çok aşık oldum sevdim, bayıldım, hayran kaldım. Bu nasıl bir kurgu... Bu nasıl bir cesaretli anlatım. Bu  nasıl bir karakter yazımı. Son sayfaları okumasam anlayamazdım. 

Anladım şimdi biraz biraz. Delilik. Ve ben bu deliliğe 176 sayfacıkta hayran kaldım. 176 mı sahiden. Nasıl ya? Nasıl bu kadar yaşattığı karakterlere sadece 176... Sadece o kadarcık bir süre tanıyabildi. Nasıl 176 bize yetti.  

Evet evet doğru aralarda görünmez sayfalar vardı en az 200 falan. İyi de kendi yazar zaten o biliyor yazdığını yazmadığını. Ben nasıl okudum o 200 sayfayı. Bana nasıl uzun bir yolculuk yaptırdı 176. Delilik. 


Anlatım biçimi. Kelimeleri. Cesareti. Bahsetmeden bahsettiği şeyleri... Keşke ben yazsaydım dediğim cümleler topluluğu. Mükemmel.


Sürpriz bozan gibi bir şeye hiç girmeden -girersem çıkamam 176 sayfanın her satırı hatrı sayılır konuşmasam olmaz... Hadi bende kalsın. 

Yok Yok kalmasın ben tam bu satırlara bırakıyorum tüm ne varsa ZAN adına. Çok övüp de değerini düşürmedim inşallah. Bu da benim tarzımla bir yorumumdur, kabul buyurun.  Yolculuğum uzun ve yorucuydu aniden kesiyorum burada. 

sağlıcakla...







Devamını oku...

23 Mart 2021 Salı

Anlam



 Neden onlara uğur getirdiğime inandıklarını bilmiyorum. Bu bir çok kez başıma geldi ama her seferinde bir neden arıyorum.  Bulamadım henüz cevaba yakın bile sayılmam. Hep aynı şaşkınlık hep aynı tepki. Ben de her seferinde aynı korkuyu yaşıyorum gerçi. Size ilk kez yaşadığım zamanı anlatayım;


Hava o kadar sıcaktı rüzgar o denli merhametli. Ben dolanıyorum tabi, yorulunca soluklanıyor bir kaç bir şey kemiriyorum. Öyle çok yemem ben sonra midem ağrıyor ama hani var ya bi yaprak böyle hoş kokulu reyhan mı ne onu kemiriyorum iyi geliyor.


 Neyse ben dolanıyordum işte genel olarak bu sefer de yeni çiçeklenmiş bir bölge vardı az ilerimde koydum hedefime oraya doğru uçuyorum aman ne göreyim insanmış adı sonradan öğrendim de ne bileceğim o zaman önce kurt sandım sonra iki ayaklı olduğunu fark ettim yoo yok dedim değil değil ben bunları düşünürken bulunduğum dala uzanmaz mı biri. Ben şok oldum önce hayatım gözlerimin önünden geçti, kısaydı bi de değersizdi çok üzüldüm. 


Sonra bişey olmadı bana ne yapıyorum ben kaçayım bari dedim, tam açtım kanatları uçacağım bir el kapandı üstüme. 


Yine uçardım aslında tam kapatamamıştı ama nasıl gündüzü gece yaptı anlamadım böyle güneşi engellemek mi ne o yani öyle bir kudreti mi var bunun ben nasıl kaçayım şimdi elinden endişeleriyle tir tir titriyorum çok geçmedi sarsıntı ardından üstümdeki kapak açıldı hah şimdi uç işte der gibi bakıyorsunuz bana ama güneş gözüme bir anda bir kaçtı eee kör oldum haliyle ama hala korkuyorum bak ölücem şimdi diye bi de üzülüyorum demiştim ya. 


Sonra işte ilk o zaman duydum ki; “Uç uç uğur böceği, yarın düğün olacak. Annem sana terlik pabuç alacak alacak!! Dilek dile şimdi sonra uçur onu” 

Ne, kim bana terlik alacak ne alaka şimdi ayrıca ne uğuru öldürmeyeceksen niye yakaladın. Dedim bunları ama anlamadı tabi. Uçmuyorum hala elindeyim. Şoklar içerisindeyim. 

Gözünü kapadı, üfledi falan ölmedim işte. Günlerce kafamı kurcaladı ilk duyduğumda hala anlamıyorum ama o zaman çok garipsemiştim. 


Şimdi alıştım, bi kere keramet var bende herhalde dedim arkadaşa üfledim, uçmadı tabi, dilediğim dilek de tutmadı ama uçmadı diye de olabilir. Ben sana üfleyince uç diycem bakalım o zaman nasıl olacak ama şimdi diyemem çok konuşmuyoruz. 


Bir kere de bak ne oldu bizim uğur getirdiğimize inan bu insanlar bize uğur böcekleri adını takmışlar ya hani heh işte ben alıştım dedim ya bu duruma şimdi üfürcek beni diye bekliyorum tabi ama aa aaa dedi “bu  kırmızı değil ki bu sarı, uğur getiren kırmızılar oğlum”  keramet renkte mi yani? 


Ona da üzülmüştüm ama geçti o üzüntüm çok sürmedi şimdi komik geliyo hatta anlatırken bak zaman her şeyin ilacı demişler ne dertler geldi geçti, gelicek geçecek. Öyle işte. 

Sarıyım diye değil de genel olarak uğur getirmiyoruz bence. Şimdi ne yapayım yani uğur getirmiyorum diye hayıflanamam ya.  Hayıflansam ne olcak? Şey zaten bence garip işte bu tarz. Ben esas neyi dert ettim biliyo musun o hani ölücem sandığın zaman hayatım gözlerimin önünden film şeridi gibi aktı ya...  O niye öyle oldu ya. Bak cızladı içim. Neyse şimdi bu kadar yeter çok da düşünemem bunları ama uğur getiren bir böceksem terlik falan istemem ben anlam istiyorum. 


✨✨✨✨✨✨✨✨


Devamını oku...

24 Aralık 2020 Perşembe

BİLET - 6. bölüm -

Önceki bölümlere ulaşmak için Hikaye Bölümüne buyurun. 


Bölüm çok geç geldiği için minik bir özet yapıyorum

 

Harita üzerinden güvenli kervan yolu güzergahı çıkaran Pamir'in tek sahip olduğu şey yolu ve yolculuğuydu. İnsanların da yollarında güvende olmasını sağlamaktan başka bir amacı yoktu yolda geçen hayatında ilk defa bir şeye ''BENİM'' dedi. Yerden bulduğu mavi bir kolye ona hissetmediği şeyler hissettirmişti. Bir yere ait olma fikrini ilk defa düşündürtmüştü Pamir'e. Sahiplendiği ilk şeyi o an kaybetti Pamir, Salur denen eşkiyaya.

Salur yan kesici, haraç alan iri yarı kaba saba bir adamdı. Ne konuşmasını bilirdi, ne yaşamasını. Hakkı olanı zorlada olsa alırdı. Her göz koyduğu onundu. Hayat ona verdiği şeyleri hep almıştı çünkü. Savaş zamanı ailesini kaybetmiş asker çadırlarında ayak işleri yapmış savaş bitince de kendine tutunacak bir yer aramıştı. Gençliği böyle geçip giderken Gokşin adında bir kızla karşılaşıyor. ona yaşayamadığı çocukluğunu veriyor Gokşin. Salrun kaybettiği sevgiyi paylaşıyor onunla. Kış gelmek üzereyken Gökşin gideceğini haber veriyor  basit bir hastalığı dahi kaldıramayacak bünyesi olan Gökşin'in bildiği babası soğuk hastalığından korkuyormuş diyor. Salur bekliyor. Aylar geçiyor. Salur beklemeyi tadıyor tam yaz gelecek Gökşin gelecek savaş yeniden çıkıyor. Yurtsuz Salur yurdunu korumaya çağrılıyor. Bu kez bekleten taraf Salur savaşta güçleniyor, yiğit bir asker oluyor.. Geri döndüğünde Gökşin yok. Bulduğu sevgi Gökşinle beraber toprak oluyor ve bir kaç damlayla akıp gidiyor Salur eski hayatını ona anımsatan şey Pamirden çaldığı kolyenin rengi oluyor. O gençlik yıllarından bu zamana böyle mavilikte tek bir şey hatırlıyor. Kolye mavi, Gökşinin gözleri aynı mavi. Sonra ilk tanıştıkları andaki gibi hazine avı niyetine Gökşin için çaldığı kolyeyi yere gömüyor. Kendi kaybetmiş başkası bulsun istiyor.

 

 Şimdi ise Birçe kız var. bakalım hikaye nerelere doğru gidecek.........


                                                                                  ***

 

Hikayeyi bu müzikle okuyabilirsiniz.           



****
 

Öyle  sıradan ve her zaman ki gibi bir  gün doğumuydu. Dünya sanki bir raya oturmuş ve yolunda ilerliyor herkes aynı cefayı ve sefayı çekiyordu sanki. Kışların kış, yazların yaz, baharların tam bir bahar olduğu zamanlar. Sofralarda 3 çeşit varsa halil ibrahim sofrası zenginliği sayıldığı zamanlardan biriydi. 

Her sabah özenle topladığı  sediri, bir kaç kıyafeti -hepsi yamalı- işte bu kadardı Birçe. Birde canından çok sevdiği koyunları hepsinden öte anası vardı; epeyce yaş almış ancak evin işleriyle zor bela yapabiliyordu. 

Birçe o sabah çok acele ediyor bir an önce evden çıkmak için koşturuyordu. Anası bu aceleyi anlamış yavrusunu durdurdu;

''Hele durasın ay yüzlüm arkandan atlı mı kovalıyor.''

Ahh! Öyle bir seslenişti ki bu; kulaklardan kalbe içi şefkat dolu yumuşacık ve insanın gözlerini dolduran bir sevgi tınısı. Ana kucağı. Birçe durdu anasına baktı, ne kadar acele etmek istediyse de böyle bir sesti işte kalbine huzur veren, ellerini elleri  arasına aldı önce kokladı onu okşarken dünyaları sunan elleri, ana kokuyordu. Bu koku kendine hastı. Ne çiçek ne yeni pişen ekmek. Ana kokusu sadece ana kokusuna benzerdi. En güzen en hoş rahiaydı. Cennet diye düşündü Birçe; Cennet olsa olsa böyle kokardı.  Ana avcu, hissettiği en yumuşak his. Sonra öptü o eli, hem kokladı hem öptü. 

''Canım anam, Maral ha doğurdu ha doğuracak; minik kuzumuz dünyaya gelirken yanında olmak ona yoldaşlık etmek istiyorum, ondandır heyecanım.'' 

Derken bunları içi cız etti ama tümden yalan sayılmazdı. Heyecanının sebebi tam olarak minik kuzu değildi. Bohçasına biraz ekmek ve bir parça peynir koydu. Anasından helallik aldı ve koyunları, kuzuları gütmeye yola koyuldu. 

Birçe adımları sık sık atıyor, düzlüğe bir an önce ulaşmak istiyordu. Yol boyu ona bakan yargılayıcı gözlere alışmıştı ama bugün suçlu hissetmesinin sebebi kız başına çobanlık etmesi değildi elbette. Heyecanı ve endişesi başkaydı. 

''Haydi acele edin, haydi. '' diye diye ulaştı varmak istediği yere. Saldı sürüsünü yeşilliğe can yoldaşı karabaşı koydu başlarına.

 Kendi serdi yere bezini ve kalbi ağzında çıkardı bohçasına sakladığı heyecanının sebebini. Yeni bir kitap elleri arasındaydı. Bu seferkinde resimler daha fazlaydı. Şöyle hemencecik incelemişti bulduğunda onu çöplükte. Sahipsizdi besbelli Birçe sahip çıktı. Etrafına göz gezdirdi, kimse görmesin ki Birçe okuyor hemide gavur romanı diyorlardı çok yanlış bir şey yaptığını düşünse de ne yapsındı merak  ediyordu ve onu çekiyordu tüm kitaplar... 

İlk kitabını çok defa okumuştu her cümleyi biliyordu, her karakteri tanıyordu, kaç kez şöyle  uzandı da göğe doğru hayallere daldı, bir kağıdı bir kalemi olsa kendi de yazmak isterdi; zihni öyle dolu öyle karmaşa içindeydi ki ancak yazsa rahatlardı, akardı giderdi sıkışmış ne varsa. Mesela kış gecelerinden bahsetse usul usul düşen buluttan parçalar, pamuk gibi ancak o zaman anlardı ya insan yaşıyorum her nefes verişi geriye sis bulutuydu aldığını geri vermekti bariz hayata. düşünce buhuru karıştı  ve onca yolu bir insanın  alnında erimek için mi tepti kaderi yolculuğu vazgeçmekten ibaretti kendinden, bembeyaz pamuk gibi. Binlerce beyaz anı düşüyor havadan tane tane.

 

 Birçe birkaç kıpırtı ve hışırtı ile kendine geldi gözü hemen yüklü  Maral’ı buldu dolanıyor oturuyor ve hiç doğurası yokmuşçasına sekiyordu Birçe'nin tüm yakın arkadaşları; hepsi bu sürüsüydü 5 koyun 3 kuzu bir de Karabaşı canından can annesi. Onca işin onca sorumluluğun aldığı zamanı Birçe başkalarına veremiyordu. İnsanın dostları olmalıydı kendi gibi düşünen, en azından anlayan derdini. Birçe sürüye kabul edilmeyen bir kuzuydu çünkü Sürü ancak kendine benzeyen aynı kokudaki kuzuları kabul ederdi. Birçe farklıydı. Farklı düşünüyordu. Farklı oyunlar oynuyordu. Farklı hayalleri vardı. Ne zaman biriyle arkadaşlık kurma fırsatı bulsa farklılığı Birçe'yi susturdu. Onlar konuşuyordu Birçe anlıyordu; farklıydı. Sadece bir keresinde uzattı korkakça düşlerini. Bir an bahsetmeye başladığında herkes onu can kulağıyla dinlesin istedi çünkü kendi canıyla kanıyla ruhuyla anlatıyordu. Başka diyarlar vardı, başka tende insanlar vardı hatta başka dillerde konuşuyorlardı. Tam devamında dünya yuvarlak diyecek oldu da (!) insanlar hükmünü verdi. Birçe farklı biriydi. Aksa karaydı. 


(bununla devam edebilirsiniz okumaya)


Ara verdi okumaya sakladı kitabını çayır çimene yanlarına gitti arkadaşlarının, hepsini tek tek sevmiş ilgilenmiş hasbıhal etmişti Birçe. Bu sürü babasını hatırlatıyordu ona. Daha aklı ermez dedikleri bir yaştaydı. Hatırlamaması lazımdı normalde ama hatırlıyordu en çok ellerini en çok kokusunu. Koyun güzmek gibi kokuyordu babası ama öyle ki açık bulutlu bir havada yemyeşil çimenlerin üstünde keyifle dolanan minik bir kuzu gibi. Güven kokuyordu. Unutmak mümkün değildi o yaşta dahi olsa. Birçe ellerini unutamıyordu babasının. Dünyayı ona veren elleri.  Babası, -önce Allah’ın işi- sebebi salgın hastalığından vefat etmişti. Cevval bir adamdı görünüşü hele bir konuşsun tonu ele veriyordu yufka yüreğini. Sakin kendi halinde çocukluğundan beri koyun güderdi ne başka iş yaptı ne de bu topraklardan başka bir toprak gördü. Dünyası küçüktü ama hep yetti. Kimse ismini pek hatırlamazdı Çoban Munis derlerdi ahali ona. İsmi ne Çoban'dı ne Munis. Göçerken bu diyardan bir tek eşi ve tek çocuğu fark etti yokluğunu. Birçe'nin ismini babası koymuştu; biricik demekti. Biricik tek çocuğuydu Birçe onun mirası. Birçe hatırlıyordu babasını, hatırlanması imkansız küçük yaşlarını.         


      

 Bu topraklarda en son savaş 70 yıl önceydi halkın savaş yaralarını kapatması zaman aldı savaş ne zor bir illetti, barış sağlanmamıştı ama artık akan kanlar yeterdi ta ki biri çıkıpta hırs ve gururla ilk çiziği atar o zaman yine başlardı, yine başlardı. Bu durgunluk, bu bekleyiş zamanı insanları huzura kavuşturmadı zordu hayat yine, bir şekilde insan çatıyordu bir diğerine. İnsan insanın kurduydu da yurdu olamadı. Sebepsiz ve şahitsiz hükümler. Zaten kabarık olan ceplere kazançlar, çalıp çırpmalar. Savaş zor bir illeti, insan daha zordu uğraşması. savaşın olmadığı yıllarda özellikle böyle küçük bir toplulukta zordu hele ki kadın olmak. Belliydi kaderin. Belliydi yazgın. Elma seversin de sevdiğini söyle dalından ayıplarlardı. Ayıp. Çok ayıptı kadın olmak. Öyle yaşar giderdin önüne çıkan ne varsa 'he' derken. Birçe hep 'erkek olsaydım keşke' diye düşündü daha kolay olurdu. Farklılığı göze batmazdı en azından görünmez, hatırlanmaz, üzerine konuşulmazdı. Sırf koyunları o güdüyor diye ne çok başının etini yemişlerdi anacığının, '' elin kız kısması....'' diye başlayan cümlelerini sonra ''biz değil elalem ne der diye'' bitirir çaylarından yudum alırlardı. Hele duysalar Birçe romanlar okuyor üstüne yazma hayalleri kuruyor aman düşman başına vermeye böyle erkek fikirli kız. Neyseki anacığı onu hiç farklılığından hor görmemişti ama arada söylenirdi. Tek başına çocuk büyütmek zordu hele böyle bir küçük toplulukta. Dünya durgun bir savaşsızlıkta yine de zordu. Anneciği onun annesi ne isterse onu istiyordu Biriciği için. Evlensin kursundu yuvasını dünya hanına. Gözü arkada kalmaz Birçe'yi sahipsiz bırakmazdı göçerken diyardan. 

Birçe kısa saçlı koyu tenli balık etli bir kızdı. bulutları inceler, dalar giderdi. Krallıklar kurtarırdı. Kayıp adayı bulurdu. Denizde nefes alırdı. Akranları etliye sütlüye karışmaz önüne ne konsa 'he' derdi. Ayıptı, uysal olsundu. Öyle ortalık yerde fikir beyan edilir miydi hiç hem doğru değildi. Senin yerine düşünür senin yerine kararlar verilirdi ses sus yeterdi. Yaşa işte. Ne büyük armağan. Kitap yazacak erkek kadın demeden herkes Birçe'nin hayallerini mi okuyacaktı? Karınca ve kirpi arkadaş olcaklar, güzel şarkılarını diyarın dört bir yanında söyleyecekler hayallerine koşacaklardı. Böyle küçük bir yerde sayfalar çevrilmezdi. Karınca ve kirpi arkadaş olamazdı. Şarkı söyleyemezlerdi. Hayallerine koşamazlardı. Birçe olsun, söylesin ve koşsun istiyordu. Birçe,  var olmak, söylemek,  ve koşmak istiyordu. Böyle küçük bir köyde farklı olmak zordu. Birçe farklıydı.

  

Tekrar yerine döndü uzandı kitabına tam kaldığı yerden okuyacaktı ki Karabaş vuruldu başına  en heyecanlı kısmıydı okuduğu romanın Birçe bıkkın bir 'of' çekti sonra düzeltti 'af' dedi anası her zaman düzeltir de ona 'of' deme yavrum 'af' çek tam bu düzeltmede fark etti Karabaşın ağzını, almak için yeltendi Birçe de Karabaş oyun sandı vermedi ilk önce, inat etti açmadı ağzını ''Güzel Karabaş uslu Karabaş ver bakalım onu bana.'' kafası okşanınca mutluluktan dört köşe havlamaya başladı da öyle aldı eline Birçe zinciri ''Bu bir kolye nereden buldun onu?'' dedi Birçe. '' Bizim olmayan şeyleri alamayız Karabaş'cığım.'' biraz durdu, boğazını temizledi ''Çöpe atılmamışlarsa tabi.''

 Eteğinin ucuyla sildi elindekini, çok bir rengi kalmamıştı kenarında hafif küçük bir renk gördü; utangaç bir kız çocuğu gibi içinde saklı tutmalıydı tüm renklerini ve hayallerini tıpkı kolye gibi....

 Birçe güneşe tuttu kolyeyi kenardan gördü yansıyan maviydi belki de gökyüzüydü yansıyan..

 ama maviydi...

Gördü işte emindi...

koyu mavi...

Devamını oku...

12 Ekim 2020 Pazartesi

Merhaba Dünyalı Ben Koronalı



Herkese iyi günler, sabahlar ve akşamlar... Zira bunların bir önemi yok... Çünkü.. Çünküsü de yok. 

Biri bir yarasa yedi diye ben korona oldum arkadaşlar. Kelebek etkisi. Murphy kanunları -o öyle bir şey değil ama nys- ! 

Hani garip tüm dünya bu yüzden alarmda herkesi kendine göre şekillendiren, piyasaları alt üst eden, ülke batıran, Amazon’u kalkındıran, her şeyi sanal aleme mecburen taşıttıran kötü şeyler yapan bu virüs  içimde bir yerlerde tutunmaya çalışıyor... 



Böyle değişik kafalarda yazıyorum zira (zira sayacı başlatın) konu sıkıcı ve ciddileşirsek çıkamayız işten içinden. Çıkamadığımız işlerin içinden, heeh?  




Aslında ciddi bir konu. Aşırı farkındayım, koronayım daha üstü yok. :) Tek duam tüüüm hastalara acil şifalar. Sağlık en önemlisi. Allahım muhafaza etsin herkesi, ben oldum siz olmayın. :) 




Neyse ben bana geliyim. 


Korona pozitifim zaten hayata karşı hep pozitifim aksi düşünülmesindi. Bunu böyle rahat anlatıyorum çünkü karantina sürecim bitti ve çok iyiyim. Yaşarken de çok ciddiye almamaya çalıştım her türlü espirisi yapıldı her versiyon denendi. Halsiz zamanlarımda bile saçlarımı ördüm, hopladım, zıpladım... diğer türlüsü geçmezdi yani günler ve hastalık...  


Tek bir odada hiç dışarı çıkmadan 15gün boyunca koronayla mücadelemi böyle verdim; hayatımdaki tembellik zirve noktasına ulaştı. Yemek kapıma bırakılıyor, her istediğim getiriliyor... Hastalığın nimetlerinden faydalandım mı? Kesinlikle.  Bi öyle yattım bi böyle yattım. Baya bi yattım. Sıkıldım mı? Bir ara birazcık. İzin vermedim aslında o duygulara kendimi kaptırmaya dedim ya hep espirisinde kalmaya çalıştım. Bi arkadaşım şöyle dedi bana “zaten yüzlerce hobin var sana 15gün yetmez bile.”  Haklı..


 Düşünüyorum şimdi o zamanlarımı tabi ki korktum. Ama neyden? Yalnız olmaktan. Yalnız başıma hastalanmaktan ve bunu yalnız başıma atlatmaya çalışmaktan... Çünkü evde sadece ben koronayım ve birine bulaştırma ihtimaline asla girmezdim. Nitekim gece karın ağrısından dolayı zorlandım,  içeriden ses duyunca babam olduğunu anladım birilerini uyandırmak zorumda kalmadığım için sevinmiştim; karnımın ağrıdığını söyledim, bana bir şeyler yapabilir mi diye sordum, Allah bin kere razı olsun bitkisel bir karışım hazırladı gecenin o saatinde Allah’ın izniyle öyle rahatlamıştım ki birazcık uyku uyumak büyük nimetti hissettiğim şükür duygusunu unutamıyorum... Derdi yaratan dermanı da veriyor. Aileme belli etmek istemedim ben rahatsızlıklarımı yine dediğim gibi hep o umursamazlık çizgisindeydim “tamam oldum geçicek gidicek işte”  gerçi her an görüntülü konuştuk gizlediğim bir şey olmadı ama büyütmemeye ve iyiyim ben demeye hep devam ettim.  Ve iyiydim hakikaten. Küçük rahatsızlıklarımı hiç büyütmemeye çalıştım, evhamlandırmadım kendimi. 

Çok şükür binlerce kez şükür ki ben hafif grip gibi geçirdim bu süreci. Ağrılarım dayanılmaz değildi ve uzun sürmeden geçip gittiler. Elhamdulillah her derdimin dermanını verdi Rabbim. Koronayı ciddiye almadım ama bu inziva benim için çok değerliydi aslında.. Tembellik dediğim bir odada ne kadar hareket edebilirim? Günde 200adım attığım oldu :)) Onun dışında okumalarıma ağırlık verdim. Risale - Cevşen - Kuran her gün okumaya çalıştım. Arkadaşlarımla hergün ders yaptık Hastalar Risalesini bitirdik Hanımlar rehberini yarıladık.. Vird kurduk hergün okuduk -okuyoruz hala-  Böyle kazançlara sebebiyet verdiği için çok mutluyum aslında. Elhamdulillah...   Çok tefekkür ettim; acizliğimizi, telaşemizin boş ve önemsiz olmasını, Rabbimin muradı neydi acaba bu olayda? Benden hangi Esma’sını yansıtmamı istiyor? Hakkıyla ağırlayıp kazananlardan olabilecek miyim? Gibi gibi gibi... Derin mevzular tabi hala düşünüyorum hala tam bir cevabı yok ama inşallah.....


Ee tabi Netflix’e de düşüldü Brooklyn99 ilaç gibi geldi. Çok komik dizi tavsiyemdir. Araya dizi önerisi de sıkıştırdım. Müko bir bloggerım.. 



Unutmak istemiyorum bu günlerimi gerçekten. Her gün küçük küçük günlük tuttum ama sadece rahatsızlıklarımı yazmışım onlar da çok yoktu işte (çok şükür) kısa oldu o yüzden.. o günlüğü aşağıya kopyalayıp yapıştırıcam hiç değiştirmeden. Hatırası kalsın istiyorum. 


Ben pozitif çıkan biriyle temasım olduğundan dolayı kendimi izole ettim test sonucumu beklemeden. Herkes negatif bekliyordu. İnsanları şaşırtmayı severim. :D o yüzden aslında 17gün karantinada kaldım odada.. Koronayı bana bulaştıran arkadaşa burdan buketler :)) demetler :)))



Tam test sonucumun çıktığı günü hatırladım, dayanamayıp ağlamıştım, neden ben diye soruyor bi insan hem korku hem kaygı hissetmiştim ve ailem için endişelenmiştim, ya onlara bulaştırırsam diye... Aslında yine ağlamazdım ama annemi görünce damarım yumuşadı, hassaslaştım, kamera karşısında ben ağlıyorum annem teselli veriyor :’)))  çok destek oldu, rahatlattı... madalyonun iki yüzü var...  İşte bunlar da yaşandı, şimdi hepsi çok değerli bir anı. Hiçbir zaman karamsar düşüncelere teslim etmemeye çalışırım kendimi.  İhtimal dairesinde konuşuyorsak her zaman pozitif -:)- olanı tutarım, ona inanırım.  Öylesi daha mutlu bir zihin bırakıyor bana. 

Herkesin koronOsu kendine. Ben böyle atlattım başkası başka.. bu benim hikayem, en iyisi değil en doğrusu değil, bilir kişi hiç değil sadece anı olsun diye yazdım ilgilenip buralara kadar okuyanlar canımsızın ciğerimsiniz varolun. 


“Anneanne korona diye bişey varmış sizin zamanınızda “ 

Bne;

“Otur da anlatıverem yavrum” 

Hemen de yaşlanınca şive kapmışım görüyorsunuz.. bu da yaşlı ırkçılığı mı Kübracım? Wow linçledim şuan kendimi. 



Neysee daha uzun neyden bahsetsem bilemedim. Merak ettiklerinizi sorabilirsiniz!!!!!!! Korona olmak nasıl bir duygu? Falan diye :)) 

Bunu da belirtmeden geçemeyeceğim;

Birilerine sarılamamak, temas edememek çok kötü. En EN KÖTÜSÜ...  Tüm bu olaylardan sonra teyzem sarıldı bana o kadar garip hissettim ve bu olayı garipsememe çok duygulandım.. Çünkü normal bir eylem.. Ama artık değil sanırım..  


Çoooooook şükür geçti gitti. Anıları kaldı. Rabbim tüm hastalara Şafi ismiyle şifalar versin...  


Bu da o dediğim günlük;;;;;;

Korona karantina günleri


  1. Gün; başım çok ağırdı parol aldım onun dışında iyiydim
  2. Gün; başım yine ağırdı ilaç aldım ama geçmedi bu sefer
  3. Gün; tüm kemiklerim ağırdı belim çok ağırdı soğuk algınlığı gibi hissediyorum yine de iyiyim çok şükür. Otel transilvanya izledim eğlenceliydi belim için ilaç aldım. 
  4. Gün; çok iyi hissederek kalktım. Belim iyiydi başım ağırmıyordu hafif halsizlik dışında iyiydim baya. göz bebeklerim ağrımaya başladı sanki soğuk almışım gibi hissediyorum
  5. Gün;  genel olarak iyiydim belim ağırmadı çok şükür göz bebeklerim ağrıyor...Ve gece  midem beni rahatsız etti
  6. Gün;korona olduğum kesin olarak belli oldu. Duygusal karmaşa ve korku hissettim hem ailem için hem yalnız başıma 10gün geçireceğim için. Sabrımı dağıtmamalıyım. Böyle böyle geçiyor işte. Bugün çok iyiydim çok şükür. Biraz halsizlik dışında. Gözlerim sabah ağrıyodu şimdi o da iyi. 
  7. Gün; rahatsız hissettiğim için gece uyuyamadım... Babamın hazırladığı şey iyi geldi Allah’ın izniyle.... allahım beni bu imtihanı geçenlerden eylesin. Halsizim ama ağrım yok biraz midem bozuk çok şükür iyiyim 
  8. Gün  çok iyi hissederek kalktım  elhamdulillah ağrım yok biraz üşüdüm ve terledim genel olarak böyle geçti.. 
  9. Gün; Burnum tıkandı akıyor tam grip gibiyim 70% koku ve tat alamıyorum ağrım yok çoook şükür 
  10. Gün; bugün benim doğum günüüüüm;  tat alamıyorum koku da yani biraz biraz annem perde pilavı yaptı pastamın tadını falan az aldım:) neyseki ağrım yok gece biraz halsizleştim ama uyudum sonra hemen

  11. Gün; iyiyim çok şükür. Tat alamıyorum koku da onun dışında iyiyim.. 
  12. Gün, Bugün çok daha iyiyim nefes nefese kalmalarım azaldı tat ve koku biraz gelmeye başladı fotoğraf çektim çiçeklerimle  esmoşla animasyon izledik çok şükür güzel bir gündü 
  13. Gün;  bugün çok iyiydim normaldim yani tat biraz hala yok koku da yok ama geliyo gibi hissediyorum... çok şükür 
  14. Gün; çooook çok iyiyim çok şükür bir şeyim yok sadece tat ve koku kaldı ama karantinam bitti bunun şerefine hamburger söyledik 😍 tam tat alamasamda iyiydi 
  15. Gün; iyiyim elhamdulillah ağrım sızım yok... iyiyiiiiiiim
———-SON————-


Instagram @elhaasil





Devamını oku...

21 Eylül 2020 Pazartesi

Bağırmayan Anneler - Hatice Kübra Tongar





Bağırmayan Anneler 
Hatice Kübra Tongar
8/10
Sayfa;176


....

Bir çok yerine post-it yapıştırmakla birlikte altını çizerek epey yordum kitabı. Benim için ders niteliğinde, her cümlesi düşünülüp yazılmıştı. Kitabı uzaklara koyup asla kopya çekmemekle birlikte aklımda neler kaldıysa -bakalım- kitabı anlatmak istiyorum.
Yine bana neler kattığıyla alakalı bir giriş yapacağım. Sonuna kadar okumak istemeyenler için BEĞENDİM- TAVSİYE EDERİM, şimdi şu "beğendim" i açalım;

Hatice K. Tongar sosyal medyadan takip ettiğim biriydi. Her gün attığı gönderilerle bilgilendirici ve hak verdiğim fikirlerini paylaşıyordu. Sonunda kitabını okumaya işte bu sebeple karar verdim: fikirlerini onaylıyorum.

Bağırmayan Anne.. Baba... Abla.. Abi... Öğretmen...
Bağırmayan İnsan.
İyi de neden bağırmıyoruz?
Kitap bunu uzun uzun anlatıyor. Empatimize başvurarak okuyucuya da onaylatıyor. "Evet, doğru bağırmamalıyım"


'Bağırmak en ilkel bir geribildirim. Ve çocuğa hiç bir katkısı olmayan, aksine zararları olan bir tutumdur' desem kim karşı çıkabilir ki? Peki kim kendinden küçük birine bağırmamış şu zamana kadar?

Sırf kendimizden küçük diye bağırma hakkına(!) sahip olmuşuz. Bu insafsızlık. Hele ki canını yakmak?
Çocuklar yaramazlıklarıyla büyükleri çileden çıkarıyor. Ee, bu çocuklar canavar mı?
Dinimizde insanlar ahsen-i takvim suretinde yaratılıyor. -doğuyor-
Bebek=Masumiyet
Bizi çileden çıkartan kim peki? Tüm bu yaramazlıklar....
Yine kendimiz. Çocuğun bile isteye kötülük yaptığını hiç duymadım. Yaramazlık diye adlandırdığımız mesele çocuğun iç dünyasında ne demek? Niyeti ne?

Kitapta çok güzel bir örnek var, çocuk evi süslemek için mutfakta bulduğu haşhaş kavanozunu etrafa serpiyor. Anne bağırmamayı seçip "Neden böyle yaptın?" diyor ve aldığı cevap şu şekilde, "Evi süsledim senin için Anneciğim."
Bu şekilde düşününce ortada bir "yaramazlık" durumu kalmıyor.

Çocukların "yaramazlık" diye adlandırdığımız davranışlarının altında yatan bir çok nedenden biriydi bu.

•Neden bağırıyoruz?
•Bağırmak ve disiplin anlayışı?
•Ödül-Ceza?
•Bağırmayıp ne yapacağız?
•Bağırmanın çocuklar üzerindeki etkisi?
•Çözüm yolları - Örneklemeler

Gibi sorulara -ve daha fazlasına- kitapta cevap bulabilirsiniz. Yararlı ve okunması lazım bir eser. Her noktasına katılıyor ve Bağırmayan bir insan olmaya niyet ediyorum.
Devamını oku...

24 Ağustos 2020 Pazartesi

Necip Fazıl Kısakürek -Bir Adam Yaratmak ve Reis Bey

Bir Adam Yaratmak
Necip Fazıl Kısakürek
10/10
Sayfa;160


Bu bir eser mi, şaheser mi?
Yine sarsıntılar içerisinde kitabın kapağını kapattım. Necip Fazıl okumak böyle bir şey mi?
Üzgünüm ve içimde bir yas var. Kitap bittiği için mi? Belki. Belki de hikaye yüzünden.

Üstadın ilk okuduğum piyesi "Reis Bey" di. Çok beğenmiştim. Gerçekten hayran kalmıştım. Ama şimdi okuduğum eser (Bir Adam Yaratmak) şaheser, harikulade.

Daha neler yazılır bilemiyorum, hala üzgün hissediyorum. Son sayfalar elimden kayarken birden son cümle ve *SON* yazısıyla kalakaldım.
Bir kaç kez okuyacağım, kütüphanemde bulunmasından gurur duyduğum eser. Şaheser


Öneren herkese teşekkür ediyorum.



Reis Bey
Necip Fazıl Kısakürek
10/9
Sayfa;152


Kitabı okuduktan sonra tiyatrosuna gitmeyi çok istiyorum. Var mıdır hala bilemiyorum ama canlı, kanlı görmek bütün karakterleri çok büyük heyecan verecektir bana.

Necip Fazıl okurken yani Üstadı okurken kelimelerin derinliğinde kayboluyorum. Sayfalar parmaklarımda hangi ara çevrilmiş fark etmedim. Okurken Reis Bey gibi ciddi, vakur bir tavır ve mimiklere büründüğümü beni yakalayan kardeşim söyledi. Kitaba derinleşmek, hem hal olmak böyle bir şey olsa gerek. NFK büyüsü belki.

Velhasıl kitap çok güzel -başka ne beklenebilirdi ki?- kitaplığımda olmasından ayrı haz duyduğumu belirterek "tavsiye ettiklerim" listesine altın harflerle yazabilirim bu eseri.
Devamını oku...

Öne Çıkan Yayın

BİLET - 1. Bölüm -

YOL Okurken dinlenebilir  Noktadan sonraki o büyük adımı atmadan önce durdu, nefesini derince içine çekerken...